ONİKİ TÜRK BOYU VE GÜNÜMÜZ SİYASETİ AÇISINDAN ÖNEMİ
Baki ÖZ
1) Siyasal- İdeolojik Olarak Türk Toplumunu Parçalama Savaşımı ve Arkasındaki Gerçek:
Türkıye’de toplumsal ve siyasal konular alanında maalesef bir keşmekeşlik vardır. Bu alanlara ilişkin bilimler uzmanlarından çok, ilgisi olamayan kişilerin veya olaya siyasal- ideolojik bakan kimselerin uğraş alanı olmuştur. Bunların yarattığı sisli ve bulanık ortamda bu alanın gerçek uzmanlarının çalışmaları ne yazık ki suyüzüne çıkamamakta, gerekli etkide bulunamamaktadır. O nedenle toplumsal ve siyasal bilimlere ilişkin alanlar çoğu temelsiz, yetersiz, çürük, eksik, yanlış ve özellikle siyasal- ideolojik amaçlar için üretilmiş bilgi ve düşüncelerle doludur. Bu kadar yanlış arasında doğru olanı bulup çıkarmak artık özel bir iş ve uğraş alanı durumuna gelmiştir. Fakat alanın uzmanı olmayan halk bu yanlış ve kasıtlı bilgi ve düşüncelerin tutsağı haline düşürülmüştür. Doğallıkla bu, siyasal- ideolojik örgütsel kesimlerin kendi hanelerine kaydedecekleri bir başarılarıdır.
Özellikle Türk toplumsal tarihi siyasal- ideolojik çevrelerin ilgi alanıdır. Ençok bu alanda faaliyet gösterilmiş, ortalık toza-dumana boğulmuştur. Türk tarihi, kültürü, dili, Türkiye’de yaşayan toplumların/ toplumun etnik kökenlerine ilişkin siyasal ve ideolojik amaçları doğrultusunda savlar geliştirilmiş, varsayımlar ve kuramlar üretilmiştir. Çoğunluk ülkedeki toplumsal kesimler, genel Türkiye toplumuna karşı bir konuma düşürülmeye çalışılmıştır. Türk toplumu, tarihi, kültürü ve dili aşağılanmış, kültürel farklar oldukça abartılarak yeni yeni etnikler yaratılmış, Türkiye toplumu etnik, dinsel, inançsal, dilsel topluluklara bölünmeye çalışılmıştır. Bu tür bir çoksesliliğin ülkenin zenginliği olduğu tuzak savlarla yüzlerce yıldan beri birlikte yaşayan ve uluslaşmış toplumumuz emperyalizmin isteği doğrultusunda bölüm-bölüm bölünmüş ve birbiriyle “ulusların geleceklerini belirleme ve her etniğin ayrı ulusunu ve devletini kurması gerekiği” tuzak savı adına savaştırılmıştır. Kürt, Türk, Çerkez gibi genel ve büyük etnikler de kendi arasında bir takım küçük etniklere ve alt kimliklere bölünerek, Türkiye bir etnikler, etnik gruplar, kimlikler ve alt kimlikler ülkesi durumuna getirilmiş, bu durum diğer tuzak savlarda olduğu gibi “ülkenin bir zenginliği” olarak sunulmuş ve Türkiye’nin bir “etnik mozaik ülkesi” olduğu bilinçlere işlenmiş, bunun üzerine kuramlar üretilmiş ve siyaset yapılmıştır.
Ayrılıkçı- etnikçi Kürt hareketi Türkiye’de ulusal, ülkesel, toplumsal, dilsel ve kültürel birlikteliğin parçalanmasının yolunu açmıştır. Kendini büyük bir boy, soy, etnik ve dilsel grup olarak gören her kesim ayrılmayı, ayrı devlet veya özerk bir yönetim olmayı kafasından geçirmeye başlamıştır. Bu rüzgar ülkenin her yanında, her kesimi içerisinde az-çok esmiş ve estirilmiştir.
Kürt hareketi böylesi bir dağılmanın yolunu açmakla, bu tür düşünceleri akıllara düşürmekle emperyalizme en büyük desteği vermiş ve onun isteklerini en iyi bir biçimde yerine getirmiş olur. Kürt hareketinin bütün bu hizmetlerine karşın emperyalizmden beklentisi ise; emperyalizmin kendilerine Kürt devletini sunmasıdır. Doğallıkla evdeki pazarlık çarşıdakine uymamış, Kürt hareketi bu beklentisine ulaşamamıştır. Ama ülkeyi kan seline bağmuştur. Ülkenin gelişmesini yıllarca geriye götürmüştür. Ulusal servet boşuna harcanmıştır. Bunlar da işin bir başka yanı.
Ülkedeki ulusal ve toplumsal kültürü deforme ederek buradan ideolojik ve siyasal yararlar bekleyen Kürt hareketi, dil/ diller konusunda da aynı yolu- yöntemi izlemiştir.
Yüzyıllardan beri dilin ortak ve gelişmiş eğitim kurumlarından işlenmeyişi, dili geliştirecek ürünlerin yeterli ölçüde verilmeyişi, Türkçe’nin Farsça ve Arapça gibi dillere boğdurularak bozulmaya uğratılması, yönetimlerin ülkenin uzak bölge ve yörelerine ulaşamaması ve buralara ortak kültür ve dili götürmeyişi sonucunda Türkçe oldukça bozulmuş, güdükleşmiş, yerel ağız ve konuşuk biçimleri doğmuş ve yer yer ortak dile göre öne geçmiş, halkın kullandığı genel dil olmuş, bu bozulmada ve yerel ağızların doğmasında Türkçe’nin kırılarak kullanılması önemli rol oynamıştırr. Bugün ayrılmayı düşünen ideolojik ve siyasal çevreler için bu kötü gelişme bir olanak olmuştur. Bu bozulma üzerine kuram ve sav geliştiren bu tür çevreler, yeni etnikler ve bu etniklere özgü yeni diller yaratmışlardır. Bu tür doğan kesimleri ve dilleri ayrılmaları için gerekçe olarak göstermişlerdir. Oysa olayın kökeni; bu tür çevrelere, bu nitelikte davranışlara girme olanağı vermez. Savlarında haklı olduklarını göstermez. Ama şu bir gerçek ki, bu tür çevrelerin gayretiyle siyaset- ideoloji bilimin önüne çıkmış, bilimsel gerçekleri örtülemiştir. Ülkede öteden beri uygulanan yanlış ve bilinçsiz politikalar ise dış destek de alan bu tür çevrelerin ülkemizi parçalamalarına yardımcı olmuştur. Şu bir gerçek ki, Kürçe ve lehçeleri olarak sunulan dil/diller Türkçe’nin yöresel kırılmaları ve bozulmalarıyla birlikte diğer dil ve lehçelerin karışmasından başka birşey değildir. Fakat bunu, ayrılmayı kafalarına koymuş ideolojik- siyasal çevrelere anlatmak ne mümkün.
2) Oniki Türk Boyu ve Zazalık
Gerçeği:
Son dönemler bunun en çarpıcı örneğini Zazalar/ Zazaca konuşanlar verirler. Zaza olduklarını savunan kesim Erzincan- Tunceli’den Diyarbakır’a kadar olan Doğu Anadolu’da yaşarlar. Diyarbakır Zazaları Sünni olmasına karşın, bu bölgenin batısında yerleşenleri, yani kısaca Dersim’den olanlarsa tümüyle Alevidir. Zazalar kendilerini Kürt görürken, son yıllarda ne Kürt ne de Türk görmeyip kendilerini ayrı bir etnik grup olarak nitelemektedirler. Türkçe kırması Zazaca ise, bu tür çevrelere göre ayrı bir dildir. Genel Kürtler/ Kürtçülere göre ise, Kürtçe’nin bir lehçesi/ koludur. Oysa, durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Olayın gerçeği tarihte gizlidir. Zazalar Türktürler. Zaza boyu, tarihte önemli Türk boylarından biridir. Zazaca ise; uzun tarih sürecinde, özellikle başka dil ve lehçelerin etkisiyle kırılarak, karışarak bugünkü durumunu almıştır. Zazaların ve Zazaca’nın oluşmasında birçok kavimin ve bu kavimlerin kültürleri, dilleri ve inanışlarının birbirinden etkilendiği, harmanlandığı yer olan Deylem/ Daylem bölgesinin büyük payı vardır. Bu oluşum; Medlerin, Perslerin, Türklerin ve Asya’nın, Ortadoğu’nun diğer kavim ve etniklerinin özellikle muhalif öğelerinin en eski tarihlerden beri buraya yerleşmeleri ve zamanla harmanlanmaları sonucunda oluşmuştur. Zazalar ve Zazaca üzerinde bu etkileşimi görmek olasıdır. Zaza Türk topluluğu bu ikinci oluşum durağından sonra göçerek Anadolu’ya, özellikle Anadolu’nun Dersim bölgesine gelerek yerleşmiş ve buradan çevreye dağılmıştır. Esi Türk tarihsel kaynaklarında bu durumu görmek olasıdır. Yeter ki siyasal- ideolojik amacın dışına çıkarak bakalım.
M. S. 550’li yıllarda kurulan Göktürkler boylar birliği, yani konfederasyon biçimli bir devlettir. Göktürk organizasyonu içerisinde birçok Türk boyu vardır. Doğallıkla, Türk soyundan olmayan boylar da bu birlikte az da olsa yer almışlardır. Göktürk hakanlarından Kapgan/ Kapağan Kağan döneminde birçok Türk boyu ile birlikte bu konfederasyon içerisinde “oniki boy/ aşiret” de bulunur. Eski tarihlere göre, bunlar “has Türk boyları”dır. Bunların tümü, Kapgan Kağan’ın buyruğunda birleşmişlerdir. Bacot’la G. Clauson 1957’de Tibet belgeleri üzerinde yaptıkları çalışmada bu oniki Türk boyunu saptarlar. Çin kaynakları (anallar/ yıllıklar) da bu bilgileri destekler ve tamamlar. Bunlar arasında bizi ençok ilgilendiren Türkiye’de Doğu Anadolu’da yerleşmiş aşiretlerden/ oymaklardan birkaçının adının geçmiş olmasıdır. Bunlar; “Za-ma-mo-nan”, “Çar-da-lı”lar ve “Lu-lad”lardır. Za-ma-mo-nan’a birinci sırada yer verilmiştir. Tibet ve Çince’deki söyleniş biçimi doğallıkla belgelere yansımıştır. Bunlar; bugün bildiğimiz Zazalar, Çarekliler ve Lolanlılardır. Bugün günümüz Türkçe’sine dönüşmüşünü doğallıkla bizler kullanmaktayız. Za-ma-mo-nan, bilinen Göktürk kağanlarından Ozmış Kağan’dır. “Çar-da-lı”lar, bugün yoğunlukla Erzincan, Tercan ve Dersim’de yaşayan Çarekli aşireti/ oymağı olmalıdır. “Lu-lad”lar, bilinen Lolanlı oymağıdır ki, Doğu Türkistan’da kent kurmuş ve kent yaşamına geçmş bir Türk boyudur. Buradan Anadolu’ya göçmüşlerdir. Dersim, Erzincan ve Varto dolaylarında yoğunlukla yerleşmişlerdir. Bu oymaklar inanç olarak tümüyle Alevidirler. Yörelere göre Türkçe ve Zazaca konuşurlar. Bu oniki Türk boyunun tümü, kağan boyu olan “Aşena/ Acena/ Asena”dır. Yani; yönetici, hakan çıkaran, yarı kutsallıkları olan üstün Türk boylarındandırlar. (Kaynak: Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu- Kök Türkler, Ada Yay. İst. 1987, s: 179 v. d.).
Tarihsel gerçekler karşısında bu oymakları -yer yer Kürtçe/ Zazaca konuşmalarına da bakarak nasıl Kürt veya Zaza niteleyebiliriz? Onikü, Türk boylarının birincisi olan Zazaları nasıl Kürt veya Türklerden ayrı bir etnik/ kavim/ ırk olarak görebiliriz? Doğallıkla şaşırtıcı. Belgede görüldüğü gibi bu boylar, açık ve net olarak birer Türk boylarıdır. Dildeki değişim yanıltıcı olmamalıdır. Yukarıda değindiğimiz nedenlerle böyle farklılaşmış bir Türkçe kırması olan konuşuk biçimi doğmuştur. Bu dilsel oluşum, ayrı bir dil görülmemelidir ve hele hele bu topluluklar Türklerin dışında kessinlikle düşünülmemelidir. Aksi durumda tarihsel gerçeklerin inkârı yapılmış olur.
3) Etnik Kökenin Belirlenmesinde
Dilin Ölçü Alınışının Yanıltıcılığı:
Ayrı etnik kökenler yaratmak isteyen ayrılıkçı- etnikçi çevreler etnik kökenin belirlenmesinde dili ölçü almayı yeğlerler. Doğallıkla bu bilimsel değil, siyasal- ideolojik bir yeğleyiştir. Hem kendilerini, hem toplumu aldatmaktan başka birşey değildir. Almanya’da doğan, o nedenle Almanca konuşan bir Türk çocuğu nasıl Alman değil de Türk’se, burada konuşalan dilin bir belirleyiciliği nasıl sözkonusu değilse, Kürtçe veya Zazaca konuşan herkesin de Kürt veya Zaza olmayacağı bilimsel bir gerçektir.
Lolanlılar çoğunluk Zazaca konuşurlar Oysa, bilindiği gibi Zazalar başka, Lolanlılarsa başka birer oymaklardır. Zazacılara bakılırsa, Lolanlılar Zazaca konuştuğu için Zaza toplumunda/ etniğindedir.
Birbaşka çarpıcı ve açıklayıcı örnekte Şadıllı oymağı/ aşiretidir. Şadıllıların 950’li yıllarda Azerbaycan’da beylik kurdukları, Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlandıkları (vasal oldukları
, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda yine Azerbaycan’da yeniden iki kez hanlık oldukları bilinmektedir. Yani Zazalarla soy olarak Türk olmaktan başka bir ilişkileri yoktur. Şadıllılar da Anadolu’ya göçmüşlerdir. Erzincan, Tercan ve Çayırlı’daki Şadıllılar Türkçe; Refaiye, İmranlı ve Şiran’daki (yani Koçgiri bölgesi) Şadıllılar Kırmançço; Dersim bölgesi (Tunceli ve Bingöl) Şadıllıları ise Zazaca konuşurlar. Konuştukları dillere bakarak bu Türk boyunu hangi etniğe bağlayacağız? Türkçe konuşanlara Türk, Kırmançço konuşanlara Kırmanç, Zazaca konuşanlara Zaza mı diyeceğiz? Böyle şey olası mıdır? Aynı etnik grubu üç etnik gruba nasıl bölebiliriz? Bunların Zazaların ötesinde Azerbaycan topraklarında şekillenmiş bir Türk boyu olduğu tarihçe ortadadır. Böyle olmasına karşın, bir bölümü Zazaca konuşuyor diye nasıl Zaza topluluğuna sokabiliriz? Demek ki, Zazaca konuşan, ama Zaza boyundan olmayan birçokTürk boyu var. Örneğin Dersim ve yakın çevresi illerde yaşayan Kureyşan, Baba Mansur, Ağuçan v.b. gibi Alevi Dede Ocakları mensupları vardır ki, bunlar tümüyle yöreden edindikleri kültürle Zazaca konuşurlar. Bu dede soylarının Zaza topluluğundan olmadığını biliyoruz. Zazaca konuşmaları da onların Zaza toplumundan/ boyundan olmasını gerektirmez.
Bir başka örnek de Avşarlardır. Avşarların önemli bir Oğuz boyu ve özbeöz Türk olduklarını herkes bilir. Ne var ki, Doğu’ya, Kars bölgesine yerleşen Avşar toplulukları yörelerinin etkisiyle bugün Kürtçe konuşurlar. Konuştukları dile bakarak bu Türk boyunu Kürt mü göreceğiz? Bu doğrumudur, bilimsel midir? Etnik kökenin tsbitinde sadece dilin ölçü alınması, bizi bu tür yanılgılara götüreceği ortadadır.
Dilin ölçü alınarak etniklerin belirlenemeyeceği, bunun üzerine “ulus”ların kurulamayacağı durumu, bir tarihsel ve toplumbilimsel gerçektir. Böyle duygusallıklardan ve ideolojik çıkarlardan hareketle bilim yapmak ayıbı ne yazık ki günümüzde yaşanılmaktadır. Bu ayıba da özellikle Almanya, İsviçre, İsveç Hollanda gibi yurt dışında yaşayan yurttaşlarımız çekilmektedir. Türkiye gerçeğinde uzak olarak yaşayan bu yurttaşlarımız, bu tür emperyalist emellere tam bir ortam oluşturmaktadır.
Öyle sanıyorum ki, bu tarihsel gerçekler karşısında bu tür ideolojik savlardan, kurgulardan ve senaryolardan vaz geçmelidir. Bu tür ideolojik çarpıklıklar sonuçta emperyalizme yarar, ama ülkemize zarar verir. Ülke birliği ve bütünlüğünde toplanma, toplumumuz için tek çıkar yoludur. Son yıllardaki olaylar hepimize ders oldu sanırım. Bu doğrudan buluşma hepimizin kurtuluşuna olacaktır, umarım.